İklim krizi her geçen gün dünyayı tehdit etmeye devam ediyor. Yayınlanan raporlara, alınması gereken önlemlere rağmen büyük şirketlerin kâr hırsı ve pek çok ülkenin buna göz yumması sonucu küresel ısınma artıyor. Uzmanlar, artan sıcaklıkların sadece kutupların erimesine değil, kuraklığa, kuraklığın da pek çok sorunla beraber toplu göçlere sebep olacağını söylüyorlar.
Richard Powers’ın kaleme aldığı ‘Her Şeyin Hikâyesi’ de bir grup doğa savaşçının serüvenini anlatıyor. 2019’da Pulitzer Kurgu Ödülü’nü kazanan ‘Her Şeyin Hikâyesi’, aynı zamanda Booker Ödülü’nde kısa listeye kaldı ve William Dean Howells Madalyası’na layık görüldü.
Geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan ‘Her Şeyin Hikâyesi’, İthaki Modern serisinin de 100. kitabı olması hasebiyle ayrıca kıymetli. Kitabı çeviren isim Kıvanç Güney.
İSA’DAN DAHA YAŞLI AĞAÇLAR
Powers’ın on birinci kitabı olan ‘Her Şeyin Hikâyesi’, ağaçların yok edilmesine karşı çıkan, bu uğurda direnen ve ciddi bedeller ödeyen dokuz Amerikalı’nın serüvenini konu ediniyor. Peki, kim bu dokuz kişi? Büyük dedesinin diktiği ve zamanla ünlenen kocaman kestane ağacının her ay bir fotoğrafını çekerek binlerce fotoğraflık bir albüm elde eden Hoel’lerin sanatçı oğlu Nicholas Hoel; Çin Devrimi’nden Amerika’ya kaçan ve yeni evinin bahçesine ektiği dut ağacının altında intihar eden bir babaya sahip Mimi Ma; böceklere hayran çok zeki bir çocuk olan, kız kardeşinin kaybolmasının ardından bir ağaçla duygudaşlık kuran Adam Appich; yaşanan sağlık sorunlarından sonra kendilerini doğaya veren Avukat Ray Brinkman ve onun yanında çalışan eşi stenograf Dorothy Cazaly; Vietnam gazisi olan ve paraşütle atladığı bir gün kontrolünü kaybeden ve bir banyan ağacı tarafından “kurtarılan” Douglas Pavlicek; Hint göçmeni bir aileye mensup, çocukken bir ağaçtan düştüğü için sakat kalan ve hayatını bilgisayar oyunları yazmaya adayan Neelay Mehta; ağaçların iletişim kurabildiklerini iddia eden işitme engelli dendrolog Patricia Westerford ve elektrik çarpması sonucunda kısa süreliğine kalbi duran üniversiteli Olivia Vandergriff…
Bu insanları bir araya getiren şey ağaçlara duydukları sevgi ve doğaya gösterdikleri saygı. Tabii bu, “yeşil romantizmi” olarak adlandırılabilecek bir şey değil, son derece katı bir gerçek. Zira Powers bize, ağaçların insanlara değil, insanların ağaçlara muhtaç olduğunu anlatmaya çalışıyor. Neticede dünyanın esas sahibi onlar ve “bir futbol sahası büyüklüğünde, İsa’dan daha yaşlı” ağaçlar hâlâ ayakta.
İşte bizim karakterlerimiz de bu gerçeğin farkında oldukları için bir aktivist gruba katılıp yapılması planlanan ağaç katliamına karşı çıkmak üzere bir araya geliyorlar. “Üç metre kalınlığında, dokuz yüz yaşındaki ağaçların yirmi dakika içinde devrilip bir saatte tomruk hâline getirilmesine” tahammül edemiyor ve bunu durdurmak için uğraşıyorlar. Ne var ki yaptıklarının “bedelini” de kötü şekillerde ödemek durumunda kalıyorlar.
AĞAÇLAR, ÇOCUKLAR VE TRAVMALAR
“İnsanlar ve ağaçlar zannettiğinizden daha yakın akraba. Bizler aynı tohumdan çıkmış aksi yönlere giden, ortak bir alanda birbirini kullanan iki şeyiz. O alanın bütün parçalara ihtiyacı var.”
Dokuz Amerikalı için ağaçlar sadece bir doğa mucizesi değil, aynı zamanda bilge bir canlı, bir arkadaş ve bir sırdaş gibidir. Her bir karakterin geçmişine baktığımızda bunu açık şekilde görüyoruz. Aileleri toprakla içli dışlı olduklarından, onlar da ağaçlarla yan yana büyüyorlar.
Örneğin Nicholas Hoel çocukken bir ağacın yapraklarını koparınca, babası gelip onun saçını sertçe çekiyor ve ona bir tokat atıyor. Oğlunun canının yandığını görünce, “Nasıl oluyormuş, şimdi anladın mı?” şeklinde konuşuyor. Mimi Ma’nın babası, Çin’den kaçarken, içinde üç ağacın işlendiği üç değerli yüzük getirip bunları çocuklarına miras bırakıyor ve diktiği ağacın altında intihar ediyor. Adam Appich’in babası, her doğan çocuğu için ayrı bir ağaç dikiyor. Yeni doğan çocuğu için seçtiği ağaçsa o yıl hastalanan ağaçlardan biri oluyor. Gün gelip de kızı kaybolunca, anne isyan ediyor ve hasta bir ağacı seçtiği için kızının başına kötü bir şey geldiğini söylüyor babaya…
Ancak yanlış anlaşılmasın; karakterlerimizin ebeveynleri, çocuklarına şefkatle doğa sevgisi aşılamaya çalışan insanlar değiller. Hemen hepsi göçten, savaşlardan, yokluktan, ayrımcılıktan öyle veya böyle etkilenmiş sorunlu insanlar. Dolayısıyla ağaçlarla beraber sadece çocuklarının değil, çocuklarının travmalarının da doğup kök salmasını pek umursamıyorlar. Bu sebeple; çocukların bir biçimde doğaya sahip çıkan, ağaç katliamını önlemek için mücadele eden direnişçiler olmaları, onların aynı zamanda geçmişleriyle, travmalarıyla, korkularıyla da mücadele etmelerinin bir sonucu olarak görülebilir.
‘AĞAÇLARLA İLGİLİ 120 TANE KİTAP OKUDUM’
1957 doğumlu Richard Powers pek çok kitabıyla ödül alan usta bir romancı. ‘Her Şeyin Hikâyesi’nde anlattığı hikâye kadar tercih ettiği kurgu da dikkat çekici. Powers romanı dört bölüme ayırıyor: Kökler, Gövde, Dallar, Tohumlar.
Kökler bölümünde dokuz karakterin hikâyesini dokuz ayrı başlıkta uzun uzadıya okuyoruz. Kitabın üçte birlik kısmını oluşturan bu bölümünde karakterlerin hikâyeleri birbirinden bağımsız olarak seyrediyor. Ancak birbirinden bağımsız gibi görünen bu kökler bir şekilde iletişime geçip ortak bir amaç uğruna, bir katliama engel olmak için bir araya geliyorlar. Patricia Westerford’un deyişiyle; insanlar da tıpkı ağaçlar gibi iletişime geçiyorlar. Sonra da koca koca ağaçların kesilmesine engel olmak için dallara tırmanıp gece gündüz orada nöbet tutuyorlar. “Onlar 60 metre yükseklikte direnirlerken, aşağıda karınca gibi gözüken ‘demokratik güçler’ onların düşüp ölmesini bekliyorlar.” Gövde, Dallar ve Tohumlar bölümlerindeyse işler giderek sarpa sarıyor ve kesilen, katledilen tek şeyin doğa olmadığını anlıyoruz.
The Guardian’a verdiği bir röportajda; kitabı yazma sürecinde çevre hakları konusunda daha da radikalleştiğini belirten Powers, iklim krizinin etkilerini ve buna direnmenin önemini vurguluyor. Ayrıca, yazım öncesinde ağaçlarla ilgili yaklaşık 120 tane kitap okuduğunu belirtiyor ama en az okuduğu kitaplar kadar onu bilgilendiren, besleyen bir diğer şeyin de ormanda yaptığı yürüyüşler olduğunu söylüyor.
VARLIĞIMIZI SÜRDÜRMEK İSTİYORSAK…
Hasılı; ‘Her Şeyin Hikâyesi’ insan merkezli dünyaya yapılan bir eleştiri olarak görülebilir. İnsan dünyaya bir biçimde hâkim olmuştur olmasına ama kendisi gibi yüzlerce canlıyla bir arada yaşadığını unutmaması gerekir. Üstelik bunu unutmamak sadece bir saygı-sevgi meselesi de değildir. İnsan diğer canlılarla uyumlu bir şekilde yaşamaya zorunludur. Zira dünyanın ekosistemi bozulduğunda ortaya çıkan uyumsuzluk bütün canlıları olumsuz etkilemektedir. Hem de insan neslini tehdit edercesine. Yani tamamen çıkarcı bir yerden bakıldığında bile doğaya ve doğadaki canlılara saygı duymak, onların yaşam hakkını korumak zorunda olduğumuzu söyleyebiliriz. Varlığımızı sürdürmek istiyorsak kârı değil, yaşamı seçmeliyiz…
Romanın önemli karakterlerinden biri olan Adam Appich, çocukluğunda, bir ağaçta yaşayan canlıların, ortalama bir Amerikan şehrinden yaşayan insanlardan daha fazla olduğunu fark eder ve bu farkındalık onu şimdi olduğu yere kadar getirir.
Aslında mesele bu kadar basit.
“Komşum Totoro” filminde dendiği gibi: “Ağaçlar ve insanlar eskiden çok iyi arkadaştılar.”